11 Aralık 2009

Mecburi Ara

Saatler sonra kısa dönem piyade olarak görevimi yerine getirmek adına Gökçeada'ya, 2. Kolordu 5. Komando Alayına doğru yola çıkacağım.

Blogun aksamasının ana sorumlusu olan askerlik mevzusu 2009un son yazısı (hatta büyük ihtimal 6 ay için tek yazı) olarak burada olacak.

Sevgilimi, anamı babamı, dostlarımı bırakıyorum geride. Mantığımı bıraktım bile nerdeyse. Herkesin yapmak zorunda olduğu bir görevi evime görece olarak yakın -hele ki canımın bi parçası Hakkari'ye giderken- bir yerde yapacağım için mutluyum. Heyecanlıyım. Gerginim.

Döndüğümde İzmir'de t-shirt mevsimi açılmış olacak, sigara yasağı uygulamasını teğet geçerek sokakta biramı içebileceğim. Döndüğümde Metallica konserine bir ay kalmış olacak. Döndüğümde Selcen'in, annemin, babamın hatta kendimin doğumgününü kaçırmış olacağım. Sevgilimle birinci yılımız ben bir adanın ortasındayken geçip gidecek. Sevgililer günü, yeni yıl, paskalya gibi emperyalist aktiviteleri saymıyorum bile.

Çok fazla anlatılacak, çok fazla söylenecek şey var. Ama hiçbirini söylemek için isteğim yok.

Hoşçakal...

18 Kasım 2009

Slap Bet Countdown



5.08 ile muazzam bir bölüm izledikten sonra haftaya da tokat olayının olacağını öğrenmemle sevincim iyicene arttı.

Lorenzo Von Matterhorn
büyük adam vallaha.

17 Kasım 2009

10 Kasım 2009

100


Blog 100. açık profilli izleyicisine kavuştu günün erken saatlerinde. Öncesince 100. izleyicilere süpriz hediyelerimiz var diye bi post atmayı düşünürken geç kaldığımı görmüş bulundum. Tuba sanane'yi alkışlıyoruz 100. izleyicimiz olduğu için. Süpriz olarak kendisine 3. köprünün Anadolu yakasında kurulacağı araziyi hediye ediyorum, bayadır boş boş duruyordu zaten öyle, alsın değerlendirsin istedim.

99. izleyicimiz olarak kıl payı zengin olmayı kaçıran Sweet Leaf'i de teselli armağanı olarak Selcen Kadakal ile bir akşam yemeğine gönderiyoruz. Kendisine önerimiz; tabağına dikkat etsin, aç kalkmasın masadan...

111. izleyicide görüşmek üzere...

8 Kasım 2009

The Curious Case of Ters Soru İşareti #16


* Bayadır yazmıyordum küryıs keyz olayını. Nasıl yazdığımı unuttum nerdeyse.

* Aralık 2009 ile 6 aylığına kayboluyorum zaten pek çok kişinin bildiği üzere. Dün gece sırf bu olaylar üzerine berbat rüyalar gördüm, bok gibiyim.

* Rüyalar gördüm dediğim; askerlikle alakalı değildi rüyalar. Döndüğüm zaman gerçekleşecek "mezun, askerliğini bitirmiş ve işsiz olan ben" resmi korkuttu beni. Ailemle geçinemiyordum falan, berbattı gerçekten.

* Yağmur yağıyor dışarıda. Az ışık, kahve ve sigaranın marjinal faydalarının tavan yaptığı an ,şu andır. Yağmur bir yandan aktivite engelleyici olarak enerjimi emerken bir yandan da büyülü anlara olanak sağladığı için (ay lav sinerji) içimi kıpır kıpır ediyor.

* 1 aydan fazladır kendimi kasıyorum alışveriş yapmamak için, çok fena bir kısıtmış bu.

* Dizi izleme olayına ara verdim sanırım. İstemsiz şekilde gelişti, Breaking Bad, Flash Forward ve Freaks and Geeks kuzu kuzu yatıyorlar ama açıp izlemek gelmiyor içimden.

* Nba başladı. Yıllar sonra ilk kez nerdeyse bir sezonu baştan sona kaçıracağım. Playofflar başlarken şaşıracağım tahminen bazı takımların durumuna. Canlı canlı izleyince iyi oynayanlar kötü oynayanlar, sakatların eksikliği, takım için kimyanın bozulması, mücadele eden takımları falan görünce gözlerinle anlamak zor olmuyor. Sezonu hiç seyretmeden playoffları izleyince afalar mıyım acaba?

* Bu akşam dışarı çıkarsam poşu takacağım. Tam uygun hava var.

* Uzatmıyorum daha fazla. Moralim bozuk.

2 Kasım 2009

Wade



Tek kişilik ordu, bire beş, siz hepiniz ben tek.
Ne derseniz deyin. Adam çok atletik be...

30 Ekim 2009

İşte O Adam!


Kadının biri "her gece rüyamda bu adamı görüyorum" diye yukarıdaki robot resmini çizdirir. Psikiyatrı resme bakar ve başkasının zaten bu resmi kendine gösterdiğini farkeder. İş arkadaşlarına gösterir onlar da "aa bize de geldi bu resim" derler. İşgüzarın biri thisman.org diye bir site açar siteye giren binlerce kişi ben de gördüm bu adamı rüyamda derler. Gerçekçiliğine ihtimal vermiyorum lakin guerilla marketing için de oldukça kapsamlı bir hareket olmuş çünkü dünyanın her tarafında adamın resimleri asılmaya başlanmış duvarlara felan.

Gerçekten çok yaratıcı. Bakalım ne çıkacak altından?

28 Ekim 2009

The Pariah, the Parrot, the Delusion


Bu albüm hakkında çok karışık düşüncelerim vardı hacı. Bir haftadır başka hiç bir şey dinlemeden şu güne geldim, şimdi albümü baştan sonra hatmederek bu yazıyı kaleme alıyorum.

Albümü dinleyip dinleyip "ulan bütün şarkılar şahane ama ne eksik yea" diye düşünüyordum. Bi türlü vurmuyodu albüm beni. Sanki dredg değil alakasız bir grubun çok güzel albümünü dinliyormuşum hissini yaşıyordum. Samborasi içimdeki bu manasız sıkıntıyı çok güzel dile getirmiş. (bkz: #17031865)

Bu albümde eski dredg albümlerinde bulunan -catch without arms'da birazı bırakılmış olan- yoğun ama belirsiz hava yok. Tekinsizlik, tedirginlik yok. The canyon behind her geliyor aklıma mesela. Hala her dinlediğimde otoriteye boyun eğiyor, kendimi bir meczuba mahkum hissediyorum. Şarkı lan bana bunları hissetiren! Symbol song, Intermision, The canyon behind her yok bu albümde. Down the cellar bence biraz yaklaşmış eski dredg havasına bunu da belirtmek lazım.

O sebeplerden ötürü şunu belirtmek lazım ki albümü dredg beklentileriyle dinleyince içime sinmiyor. Lakin beklentileri attım kenara, noldu? 2009da çıkan en güzel albümü dinledim. Adı dredg olmasa herkese koşarak anlatırdım "olm dünyanın en inanılmaz albümünü dinledim" diye. Bütün şarkılar güzel arkadaş.

Tek tek şarkıları açıklamayı düşünüyordum ama onun yerine şarkıları gruplandırmak daha mantıklı geldi. 18 şarkılık bu albümü tek dinleyişte ikiye ayııyorum kafamda. 10 tane hakkatten şarkı diyince aklımıza gelen, sözü ve müziği olan 4-5 dakkalık şarkılar. Kalan sekiz tanenin dördü stamp of origin dördü de ensturmantal kısa şarkılar zaten. Zorlasak stamp of origin ve ensturmantellerde ayrılır ikiye ama o kadar deşmeye gerek yok.

Bu 10 tane şarkı gibi şarkı dediğim arkadaşlar albümün kafa karıştırıcı kısmını oluşturuyorlar. onları düşünüp, onları yargılıyoruz. zira diğer sekizli intro, outro mahiyeti görüyorlar nerdeyse. O sebeple 10 şarkı hakkında üç beş kelam etmek önemli.

Pariah, Ireland, Lightswitch, Gathering pabbles, Information, Saviour, I don't know, Mourning this morning, Cartoon showroom, Quotes.

Albümden evvel görücüye çıkan Information ve Saviour nedense benim bunlar arasında en beğenmediğim iki tanesi. Pariah önceki albümlerden alışık olduğumuz üzere albümün dikkat çeken açılış parçası görevini görüyor. Ireland, Quotes, Lightswitch ağır abiler. Gathering pabbles, Mourning this morning ve I don't know hafif pop sosu katılmış catchy şarkılar. Tam olarak çözemediğimi düşündüğüm şarkı cartoon showroom. [burda mikrofonlarımızı elif k.'ya uzatıyoruz. gathering pabbles için "mustafa sandal kafası" diyen bir insan kendisi. hafiften "suç bende"ye benziyor sanki] Özetle bu 10 şarkı hakkında genel bir yargıya varmamız gerekirse hepsi ayrı ayrı müzikal mükemmeliğe yakın. Ensturman kullanımı, melodik zenginlik, vokal vs... Ayrı ayrı hepsi albümün en iyi parçası sayılabilir. Ama aşağıda bahsedeceğim kalan 8 şarkıyla aralarında oldukça alakasız bir durum söz konusu.

Dredg sanki iki albümünü içiçe sokmuş gibi geliyor. Az önce o iki albümü birbirinden ayırdık. İlki Dredg tarzının dışında mükemmel 10 şarkıdan oluşan bir albümdü. "Adı Dredg olmasa..." diye başladığım bir cümlede genel düşüncelerimi özetlemiştim zaten.

İkincisi, yani bu, Dredg tarzında kötü bir albüm adeta. Stamp of origin serisi inanılmaz olmuş demek istiyorum ama Take a look around dışında hissederek değil hesaplanarak yapılmış oldukları farkediliyor. Ensturmantel biladerlerden r u o k ve drunk slide vasıfsız geldiler bana biraz. Long Days And Vague Clues Avenged Sevenfold'un a little piece of heaven'ını hatırlatıyor her dinlediğimde. Zorlama progresif duruyor..

Son sözüm: Down the cellar albümdeki en güzel şey. Vasiyetim olsun; cenazemde bunu çalsınlar.

---

ek: down the cellar, lightswitch, quotes ve gathering pebbles için bu albüm 10 üzerinden 9 alır. kalan şarkılarla 9.7 olur.

Lost


6. sezon başladığında ve pek çok bölümü yayınlandığında ben askerde olacağımdan final sezonu olmasına rağmen bu sezonu pek ilgiyle bekliyor sayılmam. Lost denen efsane son sezonuna giriyor, daha başlamadan posterleri(yukarda), fragmanı(aşşağıda), türlü türlü oyunlarıyla (nette muhtelik köşelerde) kafaları karıştırmaya başladı. Bu sezonumuzun tag line'ı destiny found imiş. Get lost, everything happens for a reason, find yourself, wait is over, destiny calls'dan sonra destiny found.

Döndüğümde topluca izlerim artık. O zamana kadar spoiler veren olursa da kafam girsin ona.


5. sezon fragmanı
Önceki 5 sezonun afişleri

26 Ekim 2009

Asansör


Steamy Las Vegas Elevator Compilation - Watch more Funny Videos

Asansör de; gergin bekleyiş, zoraki söylenen "iyi günler", mono klasik müzik ve kötü kokular dışında pek bir şey gelmedi başıma. Geleni varmış...

Yeter Be...

23 Ekim 2009

Olivia Wilde #5


İki bölümdür yoksun Remy'm. Cameron meymenetsizine bırakma bizi...

20 Ekim 2009

Kappak


Hastasıyım ayarın. Kappak derken iki "p" arasında dudaklarınızı içeri büküp "plop" sesini çıkarmaya özen gösterin. Sakın bana uygulamayın bu dialogu, adım tatsız şeylerle kafiyeli. "What's the difference" diyene "ekinler dize kadar" derim.

18 Ekim 2009

The Expendables


Sylvester Stallone'un hem oynadığı hem yönettiği saf aksiyon filmi. Bu tip adamlar nasıl yönetir diye düşünesim geliyor ama Rocky serisini gözümün önüne getirince laflarımı yiyorum adeta. Neyse bu filmi niye gösteriyorum. Sebebi şu; aksiyon filmi çekseniz hangi oyuncuyla çalışmak istersiniz? Daha doğrusu şöyle sorayım. Şimdi bu filmde oynayan adamları sayacağım, bunlar dışında aklınıza gelen varsa söyleyin. Başrolde Sylvester Stallone, Jason Statham, Jet Li, Mickey Rourke, Forest Whitaker. Kısa sahneleri olan Arnold Schwarzenegger ve Bruce Willis. Türlü türlü aksiyon filminin şerrefsiz kötü adamı Eric Roberts, Rocky IV'ün Ivan Drago'su Dolph Lundgren ve latin efsanesi, Machete Danny Trejo.

edit: Wesley Snipes vergi muhabbetine ülkeden çıkamadığından, Kurt Russell toplama kadro içine girmek istemediğinden, Steven Seagal yapımcıya kıl olduğundan kabul etmemişler. Van Damme sadece kabul etmemiş onun yerine Dolph Lundgren dahil edilmiş. Arnold'ın "California Valisi" rolunde gözükeceği konuşuluyor...

Chuck Norris ve Michael Dudikoff'u da bi iki sahnede serpiştirseymiş oraya buraya tammış gerçekten.

Mickey Rourke 2010 yılında hem bu film hem Iron Man II ile aksiyon sineması ile gözümüze gözümüze girecek galiba. Fragmanı izlemek isteyen burdan bakabilir. Silah sahneleri, dövüş sahneleri, patlama sahneleri vs... Efektten ziyade azcık konuya önem verilmiştir inşallah diyerek yazımı bitiriyorum.

17 Ekim 2009

En Az 3 Çocuk Doğurun



"Abi İran'a dönüşmeden kaçmak lazım buralardan" geyiğinin ömrü en fazla 100 yılmış onu öğrendik. İslam bir kaç yıla hristiyanlığı geçerek hakim din, bir kaç 1o yıla Avrupa'nın baskın dini olacakmış.

"Türkiye İran olur mu?" sorusu cevabını bulmadı henüz ama yeni bir soru var aklımda; 100 seneye her yer İran olur mu acaba?

13 Ekim 2009

Liebe ist für alle da


Abiler 2009'a son dakika goluyle damgalarını vurdular. Pussy rezaletinden sonra pek bir beklentim yoktu lakin albüm şahane ötesi olmuş. Acaba bunu da mı planladılar diye düşünmeye başladım. Kötü bi şarkıya tepki çekecek klip çek, ilgiyi topla, beklentiyi düşür. Sonra albümü dinleyince herkes beğensin. Tanıyanlar bayılsın, tanımayanlar tanısın. Oldukça kazançlı gözüküyorlar böyle bakınca.

Albüm hakkında daha sonra belki açıklayıcı bir şeyler daha yazarım. Şu an için çok şahane bir albüm diyeyim yetsin. Rammstein'dan beklentinizi tamamiyle karşılıyor. Albümün en kötü şarkısı da açık ara Pussy zaten.

30 Eylül 2009

What If You're Wrong



Ne güzel adamsın sen Richard. En çok kibar kibar laf sokmalarını seviyorum senin ben.

29 Eylül 2009

House S06


Geçen hafta House'un başlamasından önceki 2 ay ciddi ciddi yardırarak 5 sezonunu izledim bu güzide dizinin. Doğrudan 2. sıradan girdi kişisel dizi listeme (Battlestar Galactica still rocks my panties) 5. sezon finali dizinin efsane bölümleri 3 Stories ve House's Head ile birlikte pek çok kişinin kişisel favorisi olmuştur eminim. Doğal olarak uzantılı bölüm 6. sezon başlangıcı ile oldu. Bu bölümde ilk kez House md. yerine sadece House yazıldı, başlangıçta Radiohead - No Suprises eşliğinde ismini bilmediğimiz bir dünya isim aktı ekranda. Dizinin yeni bölümü gibi değil sezon arası filmi gibi olmuştu. (24 ve Battlestar Galactica kullanır bu taktiği) Neyse dün gece yeni bölüm -hatta 6. sezonun ilk bölümü diyebiliriz- yayınlandı. Öncesinde de Insider's Guide diye 22 dakikalık özel bir program koymuşlar. Oyuncularla konuşuyorlar, seti gezdiriyorlar, 6. sezonla alakalı bir kaç ipucu veriyorlar vs... Klasik herkesin bildiği "bu dizi hayatımı değiştirdi, sette çok eğleniyoruz" programı... Dizi inmiş durumda beni beklerken 2 saattir altyazısız seyretme cesaretini kendimde bulamıyorum. House sana Serdar Ortaç'tan iki kuple ile sesleniyorum bu postun sonuna gelirken. Bebeyim oldun daha ilk günden...

Powerhouse



Zidane'nın Messi'yle başlattığı seride "every team needs the spark"dan sonra gelen "every team needs the powerhouse" sloganı ile Gerrard'ı görüyoruz. Düşündüm de daha bu işin Kaka'sı var, Beckham'ı var. Zidane'da teknik direktör falan olmasın bence. Takılsın böyle, güzel.

28 Eylül 2009

Uyarı XIII


"Bi resim, bi cümle yazıp duruyosun yeaa" diye şikayet edenlere gelsin bu post.

26 Eylül 2009

Katy Perry'nin Klip Çekimi


Katy Perry'nin son klip çekiminden bir görüntü. Zamanında J.Lo'nun "Jenny from the block" klibinin setindeki "nipple tweaker" abiden beri ilk kez aynı klasmanda bir profosyonelle karşılaşıyorum. Hayır bu adamlar ne okudular, ne referansları var, cv'lerinde ne yazıyor da böyle işler buluyorlar acaba. Şaka mısınız ulan siz?

Katy Perry ve Jennifer Lopez'in sevgililerine söyleyecek sözüm zaten yok. Batının ahlaksızlığını almışlar resmen. Gavat derler bizim burda sizin gibilere be...

25 Eylül 2009

The Resistance | The Incident


Muse'un Black Holes and Revelations sonrasında -o albümde de bolca gösterdiği- elektronik destekli pop-rock yolunda gideceğini tahmin etmek zor değildi ama beklediğimden de ileri gitmişler. Bolca Queen etkileşimli eski alümlere nazaran daha yumuşak, çok daha değişik bir albüm olmuş The Resistance. Kanımca dinlemesi çok keyifli olmuş ama Muse'dan beklentinize göre beğenmemek de oldukça olası. Özellikle Resistance'ın nakaratı o kadar güzel olmuş ki, kendi kendime söyleyerek geziyorum 2 haftadır. Albüm kapağı için diyecek lafım yok.


Canımız ciğerimiz Porcupine Tree duble cd'li albüm çıkardı. Tek cd çıkardıklarında bile şarkılara hakettiği değeri vermek için en az 10 kere dinlemek lazımken çift cd olayı çok gereksiz olmuş bence. Bir sene arayla çıkarsalardı keşke iki albüm olarak. İlk single Time Flies şahane. Albümün kalanını henüz sindiremedim. Zor ama çekici bir albüm olmuş orası kesin. Dinledikçe neler farkedicem kim bilir... Davullar hayvansal olmuş. Gavin Harrison büyük adam.

24 Eylül 2009

Zizou



Özledim ben bu adamı ya.

Mert Aydın "Gerrard, Lampard evet çok iyi oyuncular ama Gascoigne bir sanatçıydı" demişti. Aynısını ben bu adam için söylemek istiyorum. 2-3 sene daha oynayabilecekken Real Madrid'de zirvede bıraktığı için seviyorum bu adamı. Her golu jeneriklik olduğu için seviyorum. Sol ayağıyla pek çok solaktan daha çok golu olduğu için seviyorum. Kariyerinin son maçı Dünya kupası finalinde Materrazi'ye kafa attığı için seviyorum.

Seyrettiğim en güzel topu oynayan adam budur. Ne Cristiano, ne Messi.

Obama

---

Obama yeni geldi buraya

Hakkinizi arayip sormaya
Ghettoda kalanlari uyarmaya
Beraber olup bu hükümeti kurmaya
Elini vicdanina koyup "respect"
West Coast ne kadar böyle surecek
Barrack deyip de gecme
Biden'a guven de yanlisi secme

---

Akşam 10 civarları Bostanlı'da tavla oynarken aklıma gelen şarkı sözleri...

23 Eylül 2009

The Game is Never Over




Nike her raklamıyla beni benden almayı beceriyor bilader. Eskiden oyuncuları fantastik bir konu bulup (kıyameti futbol maçıyla engellemek, futbolcuları hırsızlık yapması) dağa bayıra salarlardı, sonra daha çok gaza getirmeye yönelik reklamlara girişmişlerdi. Gaza getirme reklamlarında net şekilde Jordan serisinden etkilendiklerini düşünmekteyim. Gaza getirme serisi diye bahsettiğim seri bu arada Rooney'in kafasını traşladığı, Ribery'nin geyiği korkuttuğu, Arshavin'in yere düşüp kalkması vs...

Bu sefer seri reklam filmlerinden ayrı, çok da populer olmayan -hatta hücum oyuncusu bile olmayan- Manchester United'ın fransız sol beki (bayılırım spiker tarzı yazmaya) Patrice Evra'yı oynatmışlar reklamlarında. Evra'nın 17 kardeşi var bu arada skfjhaslkgas.

Neyse reklamı izleyin biladerler. Çogzel reklam yapmış adamlar.

ps: Evra'nın ManUtd'de pas verdiği eleman Rooney, Fransa'da verdiği Ribery sanırım.

16 Eylül 2009

Drew - Ellen


Drew Barrymore ve Ellen Page öpüşürken. Dertleri ne bilmiyorum.

14 Eylül 2009

FedEx



Şu hareketi yaptığında adam galibiyetten bir sayı uzakta. Gönlüm Nadal'a yakın olsa da FedEx bambaşka bir adam gerçekten

11 Eylül 2009

The Curious Case of Ters Soru İşareti #15



* Baya oldu güncelleme yapmayalı değil mi?

* Dün gece bir haftalık -ve blog tarihine göre bir sene gecikmeli- Olimpos tatilimden döndüm sayın izleyiciler. "Olimpos ölmüş bilader" diyenler tamamiyle haksız sayılmazlar ama Eylül'de sevdiğinizle gittiğiniz vakit dünyanın en güzel yeri oluyor.

* Abartmıyorum hakkatten dünyanın en güzel yeri. Böyle bir deniz yok yahu. (böyle bir deniz yok shglsga)

* Futbol oynamayı çılgınca özledim. Kramponlara bakarken bugun duygulandım resmen. Mercuriallar dizayn harikası duruyor ama burnu çok tok. O sebeple gönlüm t90'dan yana.

* Nike'ın Rooney hariç tüm üst düzey atletleri Mercurial giymesini sadece şekle bağlamak mümkün mü? Tanıtımlarında mercurial hız, t90 şut içindir gibi bir belirtme var lakin. O mantıkla bakınca da t90 bana daha uygun sanırım. Hızlı bir insan değilim. Ühühühühü.

* Doğumgünleri ardarda patlıyor adeta. 2010 sizin yılınız olsun bebeyim.

* House'un beşinci sezonundayım, bitsin onun da kritik yazısı gelecek.

* House'dan öğrendiklerimiz:
-Lupus hakkatten nadir bir hastalık.
-Kıçından semptom uydur ya MS'dir, ya kanserdir. Lupus diye tahmin etmeyin boşuna, semptomların uyması da önemli değil, lupus değil.
-Kalbin durunca, ateşin çıkınca, kriz geçirince falan kalıcı hasar olmuyor anlaşılan.
-Kidney failure, liver shutdown, lungs collapse gibi söylemesi güzel duyması kötü tamlamalar da moralinizi bozmasın, hepsi geri çalışıyor tıkır tıkır belli ki.
-Cuddy sen de git üstüne başına bi' şey giy allasen.
-En kral adam Chase valla birader, aksanına kurban olduğum.
-Thirteen benimsin bebeğim, biliyorsun bunu.

* Ardından da 2009 yılını bomboş geçirmemi sağlamış Battlestar Galactica[4], Fringe, House[5], One Tree Hill[6], The IT Crowd gibi sezon sezon izlediğim diziler arası kıyas yapacağım.

* Dizi demişken: tvcountdown.com

* Sıkıldım. Devamını sonra yazarım.

31 Ağustos 2009

Basterds

Tarantino listeme doğrudan iki numaradan girdi Inglourious Basterds. Filmle alakalı yorumları okuduğum vakit daha önce rastlamadığım kadar kutuplaşmaya şahit oldum. Benim gibi -zevkten salyalarını akıtacak derecede- beğenenler oldukça fazla olmasına rağmen "iğrenç bir film olmuş, hiç yakıştıramadım Quentin'e" diyen kişilere de rastlıyoruz. Her filmin beğenmeyeni olacaktır ama bu filme "eh" diyen görmedim. Görüşler resmen ya o, ya o şeklinde gelişmiş. Neyse efendim tarafımızı belli etmek adına ben filmden çok leziz çıktığımı belirtmek isterim. Bence adam başyapıtını koymuş ortaya. Seyirciyi avcunun içinde oynatması (o avucun içinde kıvranmak yani) müthiş bir şey. Kendi tarzına ait ufak ama bi o kadar da alakasız öğeler baharat gibi resmen. Her biri ayrı bir tad bırakmış. Güldürüyor, sevindiriyor, alışık olduğunuz, beklediğiniz bir şeyi görmenin kıvancını yaşatıyor zaman zaman. Filmi övmem paragraflar sürer ki beğenenlerin zaten aynı noktalara bayılıp aynı noktalardan gaza geldikleri çok açık. Mühim olan bu filmi beğenmeyenler.


Aslında burda da bir ayrım yapmak gerek. Hakkatten Tarantino sinemasını sevip de bu filmi beğenmeyenler ile Tarantino'yu sadece populer oldukları için ağızlarına dolayıp da "filmi gelmiş gidelim bakalım" dedikten sonra "bu ne lan ne biçim şey bu" diyerek filmden çıkanları izole etmek lazım. Herkes sevmek zorunda değil, adam zorlama bir tür yarattı resmen, uzun uzun dialoglar, saçma sapan aksiyonları alışılmış film kalıplarıyla izlersen düşük bütçeli yapım keyfi dahi alamazsın zaten.

Neyse gene dağıttım konuyu. Bu filmi beğenmeyenler lütfen neden beğenmediklerini söylesinler. Kill Bill'den çıktığımda bir tatminsizlik yaşamama rağmen sonrasında düşündükçe ve tekrar izledikçe hayran kalmıştım. Basterds'da film daha bitmeden notumu vermiştim ki son yarım saati başlı başına efsane olmuş bence...

Karakterlere de değinmek isterim ama kısa keseceğim. Tarantino'nun karakter yazma yeteneği hem memnun edici hem rahatsız edici. Brad Pitt ismi filmin çok önüne geçmiş belli ki. Ben kendisine bayılmama rağmen devasa fontlarla Brad Pitt yazılacak bir şey görmedim filmde ki sahnesi beklediğimden daha azdı. Hakkını vereyim Snatch'den sonra gene aksan kasmış, başarılıydı. (hatta italyanca sahneleri komedi dalında Altın bilmemne alsın.) Christoph Waltz hakkında bir şey demeye dahi luzum yok, esmiş gürlemiş resmen. Bulunduğu her sahnede parladı adam. Film boyu 4 dil konuşması zaten o 4 dili akıcı olarak konuşabilmesinden kaynaklanıyormuş. Sonuç olarak sinema tarihine geçecek bir villaine can vermiş adam. Keza Eli Roth ve Til Schweiger'in karakterleri Donny Donowitz ve Hugo Stiglitz de sinema tarihine geçebilecek potansiyele sahipken yeterince kullanılamamışlar.
Eli Roth zihninin ötesinde fiziksel olarak da piskopatlığa meyilliymiş onu gördüm. Adamın gözlerinden ateş fışkırıyor.


Filmle ilgili beklentilerin dışına çıkan bir konuda Basterds'ın nerdeyse geri planda kalması. Fragmanlardan sonra ben vahşet saçan bir çete bekliyordum. 3-4 orta büyüklükte yıkımdan sonra şanslarının yardımıyla bombastik bir yıkım yapmaları belki bu yolda ölmeleri vs... Basterds'ın tanıtım sahnesi dışında atraksiyonu yok nerdeyse...

Son olarak söyleyin o Brad Pitt'e çenesini geri çeksin. Mis gibi adam götüme benzemiş film boyu.

---

Deniz: coştuk filmde
olm lan hitleri taradı lan herifler
sgkhalghjasga
ağzı gözü dağıldı
Cagdas: cikarken elemanlar tartisiyodu, hitler boyle mi oluyodu diye
Deniz: ahahaha

24 Ağustos 2009

Sıkı Dostlar


Her sabah bilgisayarı açar açmaz ilk önce Cenk'e bakarım. Cenk'te bir şey yoksa Senem ve Evrim açılır ardından. "Merak ne güzel şey güzel şey merak" diye düşünürsem Mehmet koştura koştura gelir yanıma. Çok sıkılırsam Gökalp eğlendirir beni. Bir aralar Gökalp'le görüşemiyorduk o zaman anlamıştım kıymetini. Sinan'la aramız hiç bir zaman iyi olmadı zaten. Çok ortak arkadaşımız var ama kimyamız tutmadı nedense. Orkun Mehmet'in ekürisi gibi. Sorularının yarısını Orkun'a paslıyor adam. Bazen kafa şişirse de güvenilir bir kişi diyebilirim.

En yakın dostlarımı tanıştırdım bugun size...

17 Ağustos 2009

Manasız İşler Mangası aka MİM


Octoberswimmer'dan gelen pası göğsümde yumuşatıp, arka direğe doğru hafifçe aşırtıyorum. Top ağlarla kucaklaşıyor, inanılmaz bir sevinç...

1- Bloguna neden bu adı verdin?

Bilmem. 4-5 yıldır zaten ters soru işaretiyle içli dışlıyım, severim, kendime yakın bulurum falan. Blogu açarken çok düşünmeden bu ismi koydum, gayet memnunum.

2- Blog yazarken star tribiyle istediğin, olmazsa olmaz dediğin şeyler var mı?

Hiç bir tribim yok valla bi anda geliyor yazıyorum öyle. Erdem de söylemiş, müzikle beraber yazamıyorum sadece.

3- En son satın aldığın garip şey.

iPod aldım 10 gün falan önce. Hiç aklımda yoktu, Şebnem gittigidiyor'dan indirimdeki t-shirtleri göstermek için link atınca kampanyadaki iPod'ları gördüm. taksit maksit hemen alıverdim o gece. Garip bence.

4- Şeker gibi olduğun anlar.

Eğlenceli bir yorgunluktan sonra. Halısaha maçı, denize gitmek, seks vs... Bir takım fiziksel aktivite sonrası pamuk gibi olurum yeminlen.

5- "Arkadaşım artık sormayın şunları" dediğin şeyler?

Niye saçlarını kestirdin?

6- Seks'in sendeki rengi?

Beyaz.

7- Aynaya bakınca gördüğün?

Çok kendimi beğenmiş olduğumdan aynaya çok sık bakıyorum ama hep aynı şeyi göremiyorum. Genelde seviyorum kendimi görmeyi. Bakışlarımı, surat hatlarımı falan incelerim. Bazen bir kaç saat içinde bile belirgin şekilde dğeiştiklerini görüp hayrete düşerim. Dengesizliğimi görüyorum sanırım.

8- "Kendini okutan blog" dediğin?

Arkadaş blogları dışında spor blogları ilgimi çekiyor genelde. Film, müzik blogları arasında gerçek anlamda takip etmeye değer bir blog görmedim henüz. "Arkadaşım olmasaydı da okurdum heralde" dediğim blog daha yeni olmasına rağmen Eray'ın blogudur.

9- Bu blog sahibi/sahibesiyle karşılaşabileceğin yerler.

Karşıyaka Çarşı, Bostanlı'nın muhtelif kafeleri, Bostanlı sahil, Alsancak.
Karşılaşmanın bir mantığı var mı peki?

-----

..and the MİM goes to: Kad 'ak all, Hülagü ve Kelebenk.

Esen kalın...

9.58


Bu adam geçen yaz kötü çıkışlarına, son 20 metrede sahilde koşarcasına koşmasına rağmen rekorları kıran adamdı. Arkasından kovalayanı yoktu. Bu yarış öncesi Powell tekrar eskisi gibi olmuştu, Gay gitgide hızlanıyordu. İnsanların akıllarında ufak da olsa "acaba" düşüncesi oluşmuştu. Benim kişisel görüşüm Gay böyle formda olduğundan ve Bolt bu sefer kesin olarak yalnız başına koşamayacağı için dünya rekorunu geliştireceği yönündeydi.

Ama rekoru 0.1 saniye aşağı çekeceğini tahmin etmek imkansızdı. Aslında ilk ipucunu yarı finallerde yanlış çıkış yaparak belli etti Bolt. Zaten çıkışı zayıf olan bir atlet neden hatalı çıkış yapsın ki? Powell ve Gay'in Bolt'a karşı tek avantajları şimşek gibi çıkarak Bolt'un kendilerini yakalamaması için olabildiğince dayanmaktı.

Bolt finalde mükemmel çıkış yaptı, ilk kez. Ve yarışın sonuna kadar da cıvımadı. En azından eskisi kadar cıvımadı. Şöyle söylemek lazım ki Bolt'un çok net arkasında kalan Gay 9.71 koşmuştu. Tüm tarihin en hızlı üçüncü derecesi. Bolt'un bu gece yaptığı 9.58 ve geçen yaz olimpiyatlarda koştuğu 9.69dan sonra koşulmuş en hızlı derece.


Bolt'un geçen sene hedef gösterdiği 9.54 artık iyice yakınlaştı. Sprint yarışlarında rekorlar azalarak azalan bir grafik çizerler. 1980lerden sonra saniyenin yüzde birleri hesaplanır olmuştu. Geçen yaz rekoru ilk kez 9.6 hizasına çektikten sonra bu kes 9.6nın da altına çekti. Düşünün yıllardır saniyenin yüzde biri yüzde biri azalan rekor ilk kez 0.1den daha fazla azaldı 40 yıldır.

Gerçek anlamda seyrettiğimiz/seyredebileceğimiz en büyük atletlerden biri. Bence en iyi sprinter. Bakalım fiziğine daha uygun olan 400 metre koşusunda da anormallikler yaratacak mı önümüzdeki yarışlarda...

Shaq VS.


Kocaoğlan dünyanın en fantastik şovlarından biriyle TV'ye çıkacak. Adı Shaq VS olan programın formatı Shaq paşanın branşlarının uzmanı sporcularla onların branşında kapışmak olacakmış. Serena Williams'la tenis oynayıp, Michael Phelps'le havuza girecekmiş hatta yazana göre. Adı geçen diğer sporcular arasında Lance Armstrong(bisiklet), Albert Pujols(baseball) ve Oscar De La Hoya(boks) gibi kişiler de mevcut. Gönül ister şu geceki performanstan sonra Usain Bolt ile beraber çıksın piste.

Dünya tarihinin gördüğü en maymun adam bu heralde.

16 Ağustos 2009

Flat Screen


Kendimi bildim bileli teknolojiye hiç adam gibi ilgim olmadı. İlgim olmadı derken; bilgisayarımın donanımını bilmedim düzgün bir şekilde hiç bir zaman. "Abi 512 ram işte 60gb hafıza var, galiba."
Telefon modelleri, televizyon çeşitleri gibi konularda bilgim ilkokul dörtte okuyan elemanlardan daha fazla olmadı. LCD'nin plazma'dan farkı nedir desen gene hiç bir fikrim yok mesela. Bildiğin baya cahilim yani. Her muhabbete bir yerinden dahil olmaktan aldığım keyfi az çok tanıyanlar biliyordur zaten. O sebeple bu muhabbetten muaf kalmak her daim içimde ukte kalmıştır.

Her neyse şimdi o ukteyi kapatmak adına bu postu yazıyorum. Çok süpper arkadaşım sayın Kılavuz televizyon almaktan bahsetti dün gece, kendisine -nacizane- yukarıdaki modeli tavsiye ediyorum. Erdemcim ev geniş demiştin, dert olmaz diye düşündüm. Öperim...

15 Ağustos 2009

Top 5: Lokal Fast Food Mekanları


Nerdeyse bir senedir aklımda olan bir listeydi bu. Top 5'leri yapmaya başladıktan sonra hep kenarda tutmuştum yazacak bir şey bulamayınca yazarım diye ama artık eskisi gibi yazmadığımdan mutevellit daha fazla bekletmeyi mantıklı görmüyorum.

Lokal Fast Food adından da belli olduğu gibi evlerimize yakın yerlerde lezzetleriyle isim yapmış özel tiryakisi olan yerler. Hastası olduğumuz burgerler, pideler, kebaplar...

#5: Kobalak

Listeye torpille ve eski günlerin anısına giren tek yer. Eski kalitesini korusaydı eminim böyle bir liste yapmazdı çünkü Kobalak'tan yemeye devam ediyor olurdum. Son 2-3 senedir çok az yememe rağmen 9 sene öncesinden başlayan ve 4 küsür sene haftada en az 2 kez yemek yediğim yerdi. Bir dönem buluşma noktamız olmuştu lise tayfasıyla. Erken gelen dürümünü yerken diğerlerini beklerdi. Genelde dürüm yememize rağmen çorbası, tatlısı ve ayranı ayrı güzeldi zamanında.

Favori: Beyti ve kuzu şiş.

Yolunuz düşerse: Banka sokağının sonu. Çarşı üzerinde akbank'ın bulunduğu sokaktan girin, tren yoluna gelmeden solda.


#4: Ezgi Büfe

Bir arkadaşım tabiriyle "alo geberdim" 24 saat açık olması en büyük avantajı. Genelde içerde oturan 3-4 masa olmasına rağmen siz yemeğinizi yediğiniz sürede en az 20 sipariş gider dışarı. Çalışanları biraz dangozdur ama fiyatları ve lezzeti iyidir.

Favori: Kaşarlı tavuk şiş

Yolunuz düşerse: Girne üzerinde kime sorsanız gösterir. Sahilden girince Aksoy'u geçince.


#3: Stockholm Pizza

Hayatımda yediğim en güzel pizzaların sahibidir. Öyle menü falan alınmaz burda. Seçersiniz istediğiniz pizzayı, orta ve büyük şeklinde iki boy vardır zaten. Açsanız büyük yiyebilirsiniz ama orta da gayet doyurucu bana göre. İsveç'ten gelen Türk bir ailenin gözünüzün önünde yaptığı muhteşem pizzalar.

Favori: Hawai Pizza. Ama içinden ananası çıkarttırarak.

Yolunuz düşerse: Atakent top sahasının arkasında. Şemikler kavşağını az geçince solda.



#2: Gel Tad Burger

20 yıldır aynı yerde aynı lezzette duruyor. Eskiden Deniz Sineması'na gidilince mutlaka yemek yenirdi. Tabi McDonalds'ın açılması ilk bir kaç sene işlerini etkilemişse de sonrasında McDonalds'ın Gel Tad yanında foseptik tadında olduğu anlaşılmıştır diye umuyorum. Eve söylediğim zaman en geç 10 dakika içinde kapıda olmaları ayrıca takdire şayan.

Favori: Super Cheese Burger

Yolunuz Düşerse: Çarşı, Karakol Sokağı. Deniz Sinemasının yanı.


#1: Özservet Pide

Ve geldik bir numaraya. Klonlama teknolojisi yeterince gelişince ilk işim bir kaç tane Servet Usta'dan kopyalayıp -bir tanesini kendime saklamak üzere- ülkenin değişik yörelerine göndermek olacak. Özservetten önce ben ne pide ne de lahmacun arayan bir insan değildim. Hani olursa yerdim ama canım çekmezdi heralde durup dururken. Servet Usta öyle bir pide yapıyor ki; malzemesi bol, malzemesi kaliteli servisi güzel hepsinden ötesi tadı inanılmaz. Mutlaka gidin, tanıdıklarınızı da götürün.

Favori: Kuşbaşılı kaşarlı pide.

Yolunuz Düşerse: 1735 sokak üzerinde girne'ye varmadan hemen önce.Sahil tarafından Girne boyunca ilerlerken Aksoy'u geçtikten sonra ilk sokaktan sola çark.

14 Ağustos 2009

Les Paul


Les Paul 94 yaşında öldü.


10 Ağustos 2009

Christina Hendricks #2


Bundan sonra sadece kadın resmi koyasım var bu ve bunun gibiler yüzünden.

Şimdi "güzellik nedir? ne kadar görecelidir? neye bağlıdır?" gibi konular tartışılabilir falan ama benim aklımdaki şey çok daha basit. Çekicilik doğru kelimemi bilmiyorum ama anlatmak istediğim kısmı o tanımlamaya yetiyor. Görüyorsun, kafanı çeviremiyorsun, dönüp bir daha bakıyorsun falan ya; bunu yaptıran şey ne tam olarak? Simetrinin ve belli oranların (örn: alın-burun mesafesinin alın-çene mesafesine oranı) öneminden bahsedilebilir güzellik hakkında kelam ederken lakin istisnaları azımsanmayacak derecede mevcut. Elbette ağzı burnu sağlam kayık biri için bu lafları etmem ama tam olarak şablona uymayan durumlar var.

Lisede Ayça diye bir arkadaş vardı. Kız renkli gözlü, sarışın, uzun boylu vs... ayrı ayrı her parçası güzel ama bütün olarak hiç güzel olmayan bir kızdı. Aksi gibi en çok talibi olan kızların da hatırladığım kadarıyla göz asimetrisi, kemikli burun gibi kusurları vardı. Güzellik burda zaten. Güzel denmesini sağlayan şey sadece şekilleri, şekilli olmaları değil, birbirleriyle uyumları. Zaten sanırım bu sebepten estetik amelyatlardan sonra yamuk burnunu düzeltip de çirkinleşen pek çok insan var.

Christina diyorduk. Abiler haklı. İstese dördünü birden donunda sallar, istese dondurma yerken kaşığı olarak beni kullanır. Olurum kaşığı isterse.

8 Ağustos 2009

Cloud



Yaz günlerinde serinlik niyetine pixar ferahlığı...

1 Ağustos 2009

Clémence Poésy


Bayadır bu kadar şirin surat görmüyordum. Gözüm gönlüm açıldı vallaha...

In Bruges


* İngiliz aksanı.

* Muhteşem [big lebowski, snatch, pulp fiction saçmalığında] dialoglar ve monologlar.

* Başından sonuna sapıtmayan ve sonunda tamamlandığını gördüğümüz kurgu.

* Clémence Poésy [alakasız not: 5 Harry Potter'ı ardarda seyrettikten sonra ne göreyim? Ralph Fiennes ve Brendan Gleeson gibi kendisi de birden fazla Harry Potter filminde rol alıyor]

* Colin Farrel'ın esasen ne kadar iyi oyuncu olduğunu görme fırsatı.


Bu filmi izlemek için tek başına yeterli olabilecek beş sebep.
Güzel film, izleyin. IMDb ratingi 8.1.
Olur da "Siktir len" derseniz arkayı gösterip "ee imedebe" diyeceğim.

---

Number One, why aren't you in when I fucking told you to be in?
Number Two, why doesn't this hotel have phones with fucking voicemail and not have to leave messages with the fucking receptionist?
Number Three, you better fucking be in tomorrow night when I fucking call again or there'll be fucking hell to pay. I'm fucking telling you - Harry.

30 Temmuz 2009

Why So Sirius



Yaptığım anbilivıbıl çalışmalarla gene karşınızdayım. Geçen yaz hepimiz The Dark Knight'ı izledik, Heath Ledger için "üff adam ne biçim oynamış Joker'i" dedik. Önceden çekilmiş Batman filmlerinden en akıllarda kalan performans başka bir Joker rolunde Jack Nicholson'a aitti ama aynı karakterin iki farklı yansımasını görmüştük falan filan diye uzatamıycam "The Dark Knight'taki Joker araklamadır" diye büyük iddiamı sunayım ortaya.

Evet araklamadır.
3 günde çılgınca 5 tane Harry Potter filmi izledikten sonra -hafiften sıyırmış olabilirim- bu iddiamı gündeme getiriyorum. Bakınız Potter fimlerinden Sirius Black karakterine bakınız Joker'e. Sirius Black'in üzerinde yaptığımız 4 dakkalık fotoşop neleri ortaya koydu. Hadi azcık renklerle oynadık diyelim ama arkadaş saçı, ceketi yeleği de mi ben yaptım fatoşoplan? Hıı?


İşin garip yanlarından birisi Sirius Black'i Gary Oldman'ın oynaması. Hop hatırla bakayım The Dark Knight'ta polis şefini. ANA! Gene Gary Oldman.

Kilit nokta Gary Oldman arkadaş. Gün gibi ortada bu. karakterin fiziksel görünüşünü etkiledin diyelim hadi, filmin tagline'ına ne karışıyorsun? Why so serious, Sirius Black. Bunlar tesadüf olamaz bence, hepimiz tıkır tıkır işleyen bir çarkın parçasıyız arkadaşlar, uyanma vakti. İki filmde de oynadığı yetmiyor, böyle küçük hesaplarla sözde imzasını atıyor oraya buraya. Bırak Gary bırak. Bizim bunlara karnımız tok. Biz bu sözde oyuna kanmıyoruz. Senin bu topraklarda ki bor madeninden haberin var mı? İstesek dünyanın mına bile koruz.

A Little Piece of Heaven



İçimdeki Avenged Sevenfold aşkı bitmiyor, tükenmiyor. Esasen geçen yazın hikayesidir bu şarkı ama unutmuşum, geçmiş gitmiş öyle. Sırf şöyle bir şarkı yapabiliyor olmalarından dolayı madalya takmak lazım. Bilader sizin türünüz değil bu! Siz böyle şarkı yapmazsınız ki. Ama yapmışlar, şahane olmuş, über leziz olmuş. 5 kişilik gruptan 4 vokal çıkması meme uçlarımı dik dik yaptı adeta. Oh Avenged Sevenfold gene çok güzelsin bu gece...

Gotik atmosferli, Danny Elfmanvari besteye Tim Burtonvari söz yazmışlar.
Üstelik klibi de Tim Burton tadında yapmışlar.

Benim favorim başlı başına şarkı ama Tim Burton fanatikleri klibi de dikkate alsın.

---

not: "hayvani konser performansı isterim ben" diyen olursa: buyrun.

24 Temmuz 2009

Battlestar Galactica


Battlestar Galactica'yı bitirdim.

Lost'un tüm diziler içerisindeki mutlak hakimiyetini kabul ettiğimi zaman zaman vurgulamışımdır sanırım [vurgulamadıysam da burdan belirteyim, bence gelmiş geçmiş en iyi dizidir lost] Lost'a duyduğum saygıya en çok yaklaşan dizi oldu bugune dek BSG. Önceleri "aman işte uzay, robot, savaş" diyerek küçümser gözle baktığım için ağır göt oldum. Evet uzay, robot, savaş ama sadece çok küçük bir parçası bu. Lost'ta patlama görünce efektlerden hoşnut kalmak gibi bir şey bu. BSG çok daha büyük, çok daha komplike bir puzzle gibi. Bütün parçaların önce dağılmasını sonra birleşmesini izliyorsunuz. Aslında aradığınız şeyin gözünüzün önünde olduğunu görüyorsunuz zaman zaman. Taraflar değişiyor, akıl oyunları ortaya çıkıyor. Paranoyak yapıyor adamı. En güzel yanı belki de tutarlılığı. Ne temposu düşüyor, ne konusu sapıtıyor 4 sezon boyunca. Tam tadında, tam doğru yolda ilerleyip bitirmişler diziyi.

Bu kadar bağlanmamın -genel olarak sevenlerin bağlılığının daha doğrusu- kendinizi mürettabattan hissediyorsunuz zaten diziye başlar başlamaz. Karanlık ve soğuk atmosferinde Adama'ya tapıyor, Tigh'a uyuz olmanıza rağmen saygı duyuyorsunuz. Starbuck her an kıllık yapabilir gibi geliyor, Apollo'ya bu kadar doğrucu olduğu için kızıyorsunuz. Saylonlar aktif olarak etrafınızda gezmeye başlayınca güven denen kavram gerçekten mühim bir erdeme dönüşüyor.

Kendimi durdurmasam paragraflarca yazabilirim. Yapılan işe saygı duymamak elde değil. Bir uzay dizisi, bir bilimkurgu dizisi demek çok büyük haksızlık olacaktır. Bu bir drama dizisi, bu bir dialog dizisi, bu bir karakter dizisi. Patlama, uzay görmek istiyorum diyen gene tatmin olur ama açken ekmek arası havyar yemek gibi bir şey olur bu sanırım sadece.

Seneye olayların 50 sene öncesini anlatan Caprica isimli spin-off'u başlıyor BSG'nin. Onla idare edeceğiz bundan gayrı.

So say we all!

---

Son soru: Starbuck'a noldu tam olarak?

All Along The Watchtower



Öncelikle bu şarkıyı yeni keşfettiğim için -hem de orjinalinden çok farklı şekilde cover edilmiş halini araştırırken bulduğum için- utanç içerisindeyim.

Müzik tarihinin en önemli şarkılarından birinden habersiz yıllarımı geçirmişim pek fena. Bob Dylan hazretlerinin parçası demek istiyorum ama o kadar farklı ses tarafından tekrar tekrar söylenmiş ki anonim olup çıkmış parça. Dediğim gibi yaratıcısı ve ilk söyleyeni Bob Dylan olmasına rağmen şarkının populerliğinde Jimi Hendrix'in yadsınamaz katkısı var. Bob Dylan'ın büyük hayranı olan sayın Hendrix şarkının içine resmen "bi parça Jimi koyalım" demiş. Melodi aynı kalmış ama parça kesinlikle Hendrix parçasına dönüşmüş. -ki Hendrix'in ölümünden sonra da büyük bir Jimi hayranı olan sayın Dylan şarkının Jimi versiyonunu çalmış- Böylece farklı kulvarlarda aynı melodinin değişik versiyonları yaldır yaldır koşarak milyonlara ulaşmış efendim. Sonrasında zaten Rolling Stones, U2, Dave Matthews, Eddie Vedder, Eric Clapton, Lenny Kravitz vs daha başka bi sürü kişi bu şarkıyı konser olsun, albüm olsun pek çok kez kullanmıştır.

Ben nasıl kavuştum peki bu şarkıya? Şöyleki 3 haftadır hayvanlar gibi Battlestar Galactica izliyordum -ki mutlak surette bir BSG yazısı yazacağım- şarkının çok otantik ve alakasız bir versiyonu 3. sezon finalinde kullanılıyor. Bölüm boyunca kısım kısım duyduğumuz parça sezon finalinin son sahnesinde gümbür gümbür çalıyor ve adamlar yapmış ağbi dedirterek bitiyor. 4. sezonda da son bölümlere kadar parça parça gene duyuyoruz bu otantik sesleri ama tamamı gelmiyor bir türlü. Tam delirmek üzereyim bu ses için derken allaha şükürler olsun Starbuck abanıyor piyanosuna ve bu şarkıyı çalıyor. Sonrasında arıyoruz bu neymiş diye Bear McCreary'min yaptığını görüyoruz, respect bear diyip yolumuza devam ediyoruz. Hatta şimdi düşündüm de BSG izleyenler anlayacaktır şarkı dizinin son iki sezonunda hayati önem taşıyor, hatta final bölümünde öyle bir işlevi var ki vay anam vay.

Bu arada Bear McCreary coverı mük-kemmeliğin yansıması gibi olsa da orjinalle oldukça alakasız olmasından dolayı çok çok güzel bir şarkı diyorum kendisine ama orjinalinden iyi coverlar listesine sokmuyorum. O listeye ya pek çoklarına göre Jimi Hendrix versiyonu benim içinse I'm Not There soundtrackinden Eddie Vedder yorumu girer.

Böylece Bob Dylan, Jimi Hendrix, Eddie Veder, Battlestar Galactica'nın tamamına saygılarımı ileterek yazımı bitiriyorum.

22 Temmuz 2009

Cartel



kaç kere söyledik biz çocuk sana
bir türlü kulak asmadın lafımıza
hadi bırak onları gel yanımıza



Ofelya hanımın düzenli aralıklarla verdiği "kartel gazı"na karşı koyabildikten sonra şu videoyu izleyince yüreğim parçalandı resmen. Cartel lan! Çocukluğum! Az araştırma yaptıktan sonra "kan kardeşler hiç bir zaman ayrılmaz-maz-maz" demelerine rağmen kabus kerim (ismine koyayım) olmaksızın sahne aldıklarını öğreniverdim. Ama alman ve kübalı abi bile hala gruptalar. Alper Ağa ve Erci-e ağır toplar olarak sahne almışlar. Bu arada Alper Ağa'nın Justin Timberlake kreasyonuna da artı rep verdim.

Tabi Alper Bey böyle sevimli olup böyle güzel giyinince noldu? Bazı travmatik konuşmalar baş gösterdi. Örnek olarak ben bir tanesine şöyle şahit oldum:

xxx: keşke alper ağa ile seks yapabilseysdşlfksşdflkds üü

hatta bu üstteki alıntıyı yapmak için izin isterken şöyle bir konuşmaya dahil edildim

xxx: ve abi sdfsdf keşke memelerini ısırıverseydim lan yanındayken

Tek başlarına çıksalar insan gibi akşam saatinde, bu kalabalığı ikiye katlarlar haberleri vardır umarım. Hatta Alper Cartel'i de bırakıp tek başına çıksa acaip karı götürür bence slkfnhaslgas.

20 Temmuz 2009

The Curious Case of Ters Soru İşareti #14





Bira


Sigara yasağı başladı, hayırlı olsun. Bunun devamı alkol yasağı olarak gelir mi, de-facto uygulanacak alkol yasağının yolu mu yapıldı bu hareketle bilinmez ama garip olacak bundan sonrası.

Sigara yasağı demek benim gözümde zaten yarı yarıya alkol yasağı demek gibi. Bu saatten sonra bi daha hangi bara ne zaman giderim bilemedim gerçekten.

Ekstra olarak reklam çok güzel ama kızı güzel görmeni sağlayacak kadar bira içmek demek bütün gece işemek demektir. Pipin yorulur lan. (bira hammalıktır desem de klişe timi üstüme çökse bi anda)

15 Temmuz 2009

Skill Required / Fame


Gördüğüm günden beri zaman zaman aklıma gelir bu şekil, gülerim. Üzülürüm demek isterdim ama üzülmem. Niye üzüleyim ki? Bilim adamlarının hakkı yeniyor diye üzülecek kadar romantik olamadım hiç.

En alttaki ünlü olma kriteri de sağolsun Paris Hilton ve Kim Kardashian'ın katkılarıyla hayata geçti. 5 sene önce diğer kalan kriterlerle bu tablo gene yapılırdı da, vasıfsız insanların bu derece populer olabilmeleri yeni iş kollarının ve komünikasyonun bu denli ilerlemesinin sonucudur.

Gideyim başka lüzumsuz işlere kafa yorayım biraz da...

10 Temmuz 2009

Kaptan


Arda Turan yeni 10 numara. Yeni kaptan.

Orda burda zaten bu adamın kaptan olması gerek diye bas bas bağırıyordum. Kaptanlar Hasan Şaş ve Ümit Karan da ayrılınca klupten farz olmuştu bu kaptanlık. 10 numara istemediğini açıklamıştı bir kaç yerde Arda ama Metin Oktay'ın numarası şeklinde kendisine sunulunca reddetmek olmazdı elbette. Lincoln paşaya da daha net bi mesaj verilemezdi.

Hayırlı olsun aslanıma.
Related Posts with Thumbnails